15-16 HAZİRAN DİRENİŞİ

15-16-haziran-1970

 

Türkiye işçi sınıfı hareketinin tarihsel gelişimi içerisinde belli olaylar vardır ki, işçi sınıfını nihai zafere ulaştıracak engebeli yolda köşe taşı niteliğindedir. Örneğin Saraçhane grevi, örneğin 1966 Paşabahçe grevi, örneğin DİSK’in kuruluşu, örneğin DGM direnişi, örneğin 1 Mayıslar gibi.

 

İşte 15-16 Haziran direnişi Türkiye işçi sınıfı tarihi içerisinde büyük bir öneme sahiptir. Bu tarihlerde İstanbul, İzmit ve Gebze’yi kapsayan bölgede 113 işyerinde 100.000’e yakın işçi işi bırakarak direnişe geçti ve büyük protesto eylemleri yaptı.

 

Bu büyük direnişlerin hangi tarihsel gelişmeye dayandığını, neye karşı yapıldığını anlamak için, direnişten önceki koşullara değinmekte yarar vardır. Bu büyük direniş, dönemin iktidarının ve burjuva basınının iddia ettiği gibi “işçilerin isyanı”, “baldırıçıplakların başıbozuk bir saldırısı” değildi. Aksine, dönemin Adalet Partisi iktidarı işçi düşmanı kararlarla, işçilerin ellerinden sendika seçme, toplu sözleşme ve grev yapma haklarını almak istiyordu ve işçiler bu saldırıya direniyordu. DİSK öncülüğünde işçi hareketinin büyük ivme kazanmasını, işçi sınıfının örgütlülük düzeyi ile kazanımlarının artışını hazmedemeyen burjuvazi, AP hükümeti aracılığıyla sendikalar yasasının değiştirilmesini öngörüyordu. Daha değişiklik tasarısı meslise yeni geldiğinde Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, Erzurum’da DİSK’i kapatacaklarını açıklamıştı.

 

274 ve 275 sayılı yasalarda yapılacak değişiklikler üzerine işçi sınıfının devrimci örgütü DİSK başta olmak üzere, tüm ilerici kesimler, devrimciler, sosyalistler tartışmaya başladılar. Bu yasa değişikliği gerçekleşirse ne olacaktı? Neler getirip, neler götürecekti? Ne yapılması gerekiyordu? İşte DİSK, bu değişikliğe karşı hazırlıklı olabilmek amacıyla bu yasa değişikliği gündeme gelir gelmez bir komite oluşturdu. İşyerlerinde de bilinçli işçiler bu konuda düşünmeye ve aralarında tartışmaya başladılar. İşyerlerinde, ileride kararlaştırılacak eylemlerin oluşturulması görevini üstlenerek gerekli çalışmaları yapacak direniş komiteleri kuruldu. Değişiklik önerilerinin meclise gelmesiyle birlikte de bu çalışmalara hız verildi.

 

Gerçekten yasanın değiştirilmesiyle ilgili tasarı 11 Haziran 1970 tarihinde Millet Meclisinde görüşülüp 4 red oyuna karşı 230 oyla kabul edildi, 214 milletvekili ise oylamaya katılma gereği bile duymadı.

 

Direniş Kararı Alınıyor

 

14 Haziran 1970 günü DİSK büyük bir toplantı düzenledi. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, 12 Haziran 1970 günü bir basın açıklamasıyla bu toplantıyı kamuoyuna da duyurmuştu. Kemal Türkler’in basın açıklaması aynen şöyleydi:

 

 

“Sendikalar kanununu değiştiren yeni tasarı, ekspres sürati ile Millet Meclisinde üç buçuk saat görüşülüp kabul edildi.

 

Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Güven Partisi oylarının birleştiği yeni tasarı, işçilerin serbestçe sendika seçme özgürlüğünü yok etmektedir. Memleketimizde faşist sendikacılığı getirmenin temelleri atılmaktadır. Bundan sonra, Türk-İş dışında bulunan işçi sendikalarına hayat hakkı tanınmayacak, işçiler, üyesi olmadıkları halde, haraç şeklinde Türk-İş’e aidat ödenmek zorunda bırakılacaktır.

 

Türk-İş’e tanınan sendika diktatörlüğü, çalışma hayatına baskı, terör ve ızdırap getirecektir.

 

Bu kanun, işçinin doğal hakkı olan sendika seçme özgürlüğünü Anayasanın 46. maddesine rağmen ortadan kaldırmaktadır. Meclisten çıkan yeni kanun tasarısı, getirdiği ilkeler açısından, tümü ile Anayasaya aykırıdır. Bunu, hükümet, partiler ve Türk-İş de bilmektedir. Ancak, ne var ki, Anayasa Mahkemesi kanunu iptal edinceye kadar, iş işten geçmiş olacaktır. Zira, işçilerin sendikalardan istifa hakkı, kullanılamayacak kadar ağır ve güç işleyecek hükümlere bağlanmıştır.

 

Bu suretle amaç olan, devrimci sendikaları ve DİSK’i bertaraf etmeyi kanunla sağlamayı düşünmektedirler; esas plan budur.

 

Kanun zoruyla Türkiye’de tek konfederasyon ve her işkolunda sendika tekeli kanunla kurulmaktadır. Örnek olarak gösterilen memleketlerin hiçbirinde, kanun zoruyla sendika sayısı azaltılmamıştır. Eğer talebimiz olan işçiye sendika seçme bakımından referandum hakkı tanınırsa, güçlü sendika ilkesi gerçekleşir. Oysa, hükümet ve işbirlikçisi Türk-İş ve diğer sömürücü güçler, referanduma yanaşmamaktadırlar. Onların demokrasiye olan bağlılıkları da bu kadardır. Bunlar, farkında olmadan bindikleri dalı kesecek kadar gaflet içindedirler.

 

DİSK, bu meselenin Anayasa çizgisi içine sokulması mücadelesini verecektir. Bunun için de, kesin eylem biçimlerini tesbit etmek üzere, bugün saat 14.00’te, DİSK Genel Yönetim Kurulu olağanüstü; yarın saat 14.00’te ise, DİSK’e bağlı sendika yönetim kurulları; pazar günü ise, sendika yöneticileri ile işyeri temsilcileri saat 10.00’da Merter sitesindeki Lastik-İş binasında toplantıya davet edilmişlerdir.

 

Bu toplantılarda alınan kararlar, DİSK tarafından derhal uygulamaya sokulacaktır.”

 

Direniş Başlıyor

 

İşte 15 Haziran pazartesi sabahı 70 bin işçi eylemi başlattılar. Eylemlere sadece DİSK üyesi işçiler değil, Türk-İş üyesi ve bağımsız sendika üyesi işçiler de yağınsal olarak katıldılar. İşyerlerine giden işçiler önce sessiz direnişe geçtiler, sonra fabrikalardan çıkarak yürüyüşe başladılar. İstanbul’da yürüyüş başlıca üç koldan oldu. Kadıköy bölgesinde, Ankara yolu üzerindeki fabrikalardan çıkan işçiler Kartal bölgesine doğru yürüyüşe geçtiler. Eyüp yöresindeki fabrikalarda çalışan işçiler de Topkapı’ya doğru yürüyüşe geçip Kağıthane’de polisle karşılaştılar. İki arkadaşlarının gözaltına alınmasını Eyüp karakolu önünde şiddetle protesto eden işçiler, arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağladılar. Eyüp yolu olaylar sırasında bir süre trafiğe kapandı. Bakırköy’deki fabrikalarda da işçiler Londra asfaltı üzerinde yürüyüşe geçerek bu yolu bir süre trafiğe kapadılar. Şehrin merkezine yakın fabrikaların işçileri ise özellikle Taksim Gümüşsuyu ve Şişli yönünde yürüdüler. Tuzla, Çayırova, İzmit yörelerindeki fabrikalardan işçiler Ankara asfaltını bir süre trafiğe kapattılar. Aynı gün, Cumhurbaşkanına, Başbakana, Meclis Grup Başkanlarına, Güvenlik Kuruluna, Çalışma Bakanına ve Tabii Senatörlere hitaben tasarının meclisten geri alınmasını talep eden ve geri alınıncaya kadar direnme hakkını kullanma konusunda kararlılığa bildiren 10 binin üzerinde protesto trefgrafı çekildi.

 

16 Haziran günü direniş olaylı geçti. Direnişin bu ikinci günü yürüyüşlere katılan işçi sayısı 150 bini buldu. Topkapı bölgesinden sabah saat 8.00’de çeşitli yürüyüş kollarıyla şehrin çeşitli yerlerine yürüyüşe başlayan işçiler, Fatih ve Cağaloğlu-Beyazıt yönünde yürüyüşe devam ettiler. Cağaloğlundan gelen yürüyüş kolu buradan vilayetin önüne gitmek istedi. Ancak zırhlı birlikler Babıâli ve Divanyolu caddesinin kesiştiği noktada barikat kurmuşlardı. İşçilerin bir kısmı bu barikatı aşıp vilayetin önüne, oradan da Eminönüne çıktılar. İstanbul ile Beyoğlu yakasındaki işçilerin birleşmesini engellemek için ise köprüler açıldı. Yine Levent ve Mecidiyeköy yöresinde başlatılan yürüyüşler İstinye’deki yürüyüşle birleşti ve Zincirlikuyuya yönüne doğru yürüyüşe geçildi, ancak Levent’te polis barikatı ile karşılaşıldı, polislerin yürüyüş kolunun önündeki kadın işçileri coplaması üzerine çatışma başladı. İşçiler çatışma sonunda barikatı yararak yürüyüşe devam ettiler.

 

Kadıköy yakasında da Ankara asfaltındaki fabrikalardan işçiler akın akın Üsküdar ve Kartal’a doğru iki koldan yürüyüşe geçtiler. Ankara yolu girişinde polis barikatı ile karşılaştılar. İşçiler yürüyüşe devam etmek istediyse de polis silah kullandı ve çatışma başladı. İşçiler burada da barikatı aştılar. Kısacası İstanbul’un bütün bölgelerinde işçiler direnerek kararlılıklarını gösterdiler. Karşılaştıkları barikatları aşarak yürüyüşlerine devam ettiler.

 

Polisin açtığı ateş sonucu olaylarda 5 kişi öldü, 200’e yakın kişi de yaralandı, çok sayıda işçi gözaltına alındı. 16 Haziran akşamı İstanbul’da ve Kocaeli Merkez’de ve Gebze’de Bakanlar Kurulunca sıkıyönetim ilan edildi. Bu günün ardından gelen tarihlerde, sıkıyönetim askeri mahkemelerinde işçiler, DİSK yöneticileri, işyeri temsilcileri ve öğrenciler hakkında dava açıldı. Binlerce işçi işten atıldı. Ancak işçiler işten atılan arkadaşları için güçlü bir dayanışma örneği verdiler.

 

Direnişin Yakın ve Uzak Sonuçları

 

15-16 Haziran direnişi ilk sonucunu sendika düşmanı yasanın iptali ile verdi. Türkiye İşçi Partisinin ve CHP’nin başvurusunu görüşen Anayasa Mahkemesi meclisten geçen yasayı Anayasaya aykırı bularak 8-9 Şubat 1972 tarihinde ortadan kaldırdı.

 

15-16 Haziran direnişi Türkiye’de sosyalist harekette önemli bir dönüm noktası oldu. MDD (Milli Demokratik Devrim) akımının temsil ettiği Kemalizmin sol yorumunun ideolojik etkisi altında “Türkiye’de işçi sınıfı yoktur”, “Türkiye’de işçi sınıfı varsa da bir devrime öncülük edecek güçten yoksundur”, “Devrimin öncüsü asker-sivil aydın zümredir”, “Devrimin yolunu asker-sivil aydın zümrenin başını çektiği sol bir askeri müdahale açar” şeklindeki görüşler ağır bir darbe yedi. İşçi sınıfının devrimin öncü ve temel gücü olduğu gerçeği, artık gizlenemez hale geldi. “Tam bağımsız ve demokratik Türkiye kurulmadan işçi sınıfı partisi kurulamaz” iddiasında olan tasfiyeci görüşler güç yitirirken, gençlik mücadelesi içerisinde öne çıkan bilinçli kesimlerin TKP arayışı hız kazandı. Sendikal eylemciler arasında da öncü bir politik parti olmadan kitle hareketinin uzun süre sürdürülemeyeceği, sendikal ve politik mücadelenin birbirinden ayrılamayacağı düşüncesi yerleşmeye başladı.

 

15-16 Haziran unutturulmak istenen işçi sınıfı tarihinin parlak bir sayfasıdır. Bu direnişin derslerini anımsamak kuşkusuz değerlidir. Ancak, bu dersleri bugünkü mücadelemizin canlı bir öğesi haline getirmek işçi sınıfının kurtuluşu açısından çok daha büyük önem taşımaktadır.

 

KAYNAKLAR

 

1- Turgan Arınır-Sırrı Öztürk, İşçi Sınıfı-Sendikalar ve 15/16 Haziran, Sorun Yayınları, Şubat 1976.

 

2- Ürün Sosyalist Dergi, Yıl: 4, Cilt: 8 , Sayı: 44, Şubat 78.

ASAT’TA TRİLYONLUK YOLSUZLUK….

 

ASAT’TAN ‘PİS’ KOKULAR GELİYOR…

cropped-antalya-gerc3a7ec49fi-logo.jpg

 

ASAT’TA geçen hafta ortaya çıkan yolsuzluk soruşturmasında 4-5 milyon lirayı kendi hesabına gerçirdiği belirtilen mali hizmetler müdürlügünde çalışan şef-memur Serap İnan dün tutuklandı. 7 yıllık memur olan Serap İnan’ın geçen yıl Lara’dan trilyonluk ev alması ve sosyal hayatındaki değişiklik bu iddiayı doğrular nitelikte.

Serap İnan’ın, mesai bitiminden sonra  defalarca  gece saat 19:00’ da Asat’a gelmesi  ‘acil ödeme yapacağını’ söyleyerek Kurumun kasasından kendisinin ya da müşterek olan hesaba aktardığı iddasını güçlendirmekte.

Dün ise, Asat’a gelen mali şube polisleri taşeron olarak mali hizmet müdürlüğünde çalışan Gözde Erbey’i gözaltına alarak, el koydukları iki bilgisayarla birlikte emniyete götürdüler. Hasaplara para aktarılması işleminin bu bilgisayar üzerinden yapıldığı belirtiliyor.

Mali hizmetler müdür vekili Muttalip Çakıcı’nında harcama yetkilisi olarak adliyeye çağrıldığı ancak ifadesinin  polis tarafından değil doğrudan Başsavcılık tarafından alınması dikkatten kaçmadı. Savcılık ifadesi sonrasında Muttalip Çakıcı’nın  Genel Müdürle defalarca yaptığı telefon görüşmesinde ‘ tamam müdürüm, sizin dediğiniz gibi ifade verdim, sizin dediğiniz gibi söyledim’ demesi süpheleri dahada büyütüyor.

Çünkü, Bu trilyonluk yolsuzluk skandalına adı karışan ve Asat’ ta Mali Hizmetler Daire Başkanı olarak görev yapan Nesrin Bağcı’nın Antalya Cumhuriyet Başsavcısı veliki İbrahim Bağcı’nın eşi olması bu olayı daha da derinleştimektedir.

Ancak; Nesrin Bağcı’nın izinli iken bu olayın patlak vermesi üzerine Asat’a çağrıldığı ve başka hesaba para aktarılması ile ilgili evraklardaki imzanın kendisine ait olamadığını söylediği belirtiliyor. Hem Nesrin Bağcı’nın hem de Asat’ın Serap hakkında şuç duyursunda bulunarak dava açması ise yolsuzluk olayının varlığını isaret ediyor.

Evrakların asıllarının yok edildiği iddiası ise, bu trilyonluk yolsuzluk olayının ‘zimmet ve yolsuzluk’ davasını yerine ‘evrakta sahtecilik’ kapsamına sokularak ve bir kişinin üzerine yıkılarak kapatılmak istendiği iddiasını güçlendirmektedir.

Şimdi soruyoruz:

-Bir memur bu kadar yüksek rakamlı bir yolsuzluğu tek başına yapabilir mi?

-Önceki yıldan başlayan bu büyük yolsuzluk olayını müfetiş ve denetciler nasıl gözden  kaçırdılar?

-Bu kadar yüksek bir yolsuzluk olayı açığa çıkmasına rağmen ve soruşturma devam ederken, sorumlu Mali Hizmetler Daire Başkanı, Genel Müdür yardımcısı ve müdürler neden hala görevlerinin başında durmaktalar?

– Suç delillerini ortadan kaldırabilecekleri  ihtimaline rağmen yolsuzluk yaptığı iddiası ile suçlananların  hala görevlerinin başında olması, bu soruşturmanın ört-bas edileceği endişesi dolayısıyla da ciddiyetine gölge düşürmez mi?

Sayın Menderes Türel’e soruyoruz:

 

-Cezalandırmak amacıyla kanunsuz ve keyfi bir şekilde, daha önce aldıkları  ve hükümsüz olan bir cezayı bahane ederek iki memuru işten atarken, bu kadar büyük bir yolsuzluğu yapanları hala yerelerinde tutmanız hangi adalete sığar?

  • Sessizliğiniz, Asat’taki yolsuzluk ve zimmete para geçirme kokusunun üzerinin örtmek için zaman kazanmaya dönük bir ‘kuzuların sessizliği midir?’
  • Yoksa bu kokular büyükşehir belediyesinin her tarafını sardığı için Antalyanın her tarafına çukurlar kazan ASAT’IN açtığı bu tünellerden yükselen‘pis kokuları’  hissetmiyor musunuz?

Sayın Türel, anlaşılan bu yaz sadece ülkemiz için değil sizin içinde ‘sıcak geceçek’.

Sözde hak-hukuk adına işçinin ve memurun ekmeği ile keyfi bir şekilde  oynarken,   ASAT’ta ayyuka çıkan  bu ‘pis’ kokulardan nasıl kurtulacağınızı tüm Antalya merakla beklemektedir.

İlhan Karakurt / Tüm Bel Sen Antalya Şube Başkanı

MURATPAŞA MEYDAN MUHABERESİ

MURATPAŞA MEYDAN MUHABERESİ

Pek farkı kalmadı aslında, birileri ha bire Muratpaşa Belediyesi üzerine, belli bir noktadan güdümlü saldırılar yapıyor.

Sosyal medya düello sahnesi  gibi oldu, atıp tutanın biri bin para.

Hüseyin Erhan Acar: 27 Mart 2016

2c49b01be490f5efe03b21110306badc

“Güm Haber ile iki kere kovup tekrar işe aldığı emireri, küçükşehir masalarında hazırlanmış oldukları haberleri ya da yazıları Muratpaşa üzerine yoğunlaştırmışlar.
Birde seçimden beri hiç görülmeyen Eski Başkan Evcilmen’e mikrofon uzatmışlar, kim oldukları bizce malum trol hesaplardan ha bire paylaşıyor.
Konu Borç…
Soruyorlar<< Evcilmen. Borcumuz yoktur.>> Diyor/muş..
Amma ve lakin doğru tektir.
Evcilmen <<doğru söylüyorsa>>, Sayıştay Raporu <<yanlış>> olmalı.
İşte size 2014 Bütçesinin Sayıştay Denetçi Raporundan bir iki ayrıntı.
2013 Yılında Vakıf Banktan aldığınız ve 2014 yılı faiz ödemesi 1.016.857,27 TL olan şey ne?.
Azıcık hesap bilen yıllık 1 Milyonluk bir Faiz ödemesi olan paranın ana parasını aşağı yukarı tahmin eder

ALİ SEYDİ KARAGÖZ DENEN İFTİRACI’YA

GÜN HABER SİTESİNİN MANŞET FOTOSU

Sen yalancısın, iftira sarmalında kafan karışmış, aynı zamanda korkaksın, ödleksin.
Korkaklığını başkaları üzerinden iftira ve yalan haberlerle saklamaya çalışıyorsun.
Ellerin kirli, yüreğin ise kapkara.
Gazetecilik mesleği arkasına saklanarak, tetikçilik yapıyorsun.
Oysa gazeteci mesleği şereflidir, namusludur.
Gün Haber adlı internet sitesinde yalan üzerine kurulu haber yapmış ve hiç utanıp sıkılmadan ”Başkan’ın adamları” diye resimlerimizi koyup haber yapmışsın.
Altını da doldurmuşsun bir güzel “Gün habere tehdit” diye.
Sen kimin adamısın ki, herkesin birilerinin adamı olabileceğini yazabiliyorsun?
Bak şımarık çocuk adım Mehmet Tosun, yaşım 54 kimsenin adamı ve tetikçisi olamayacak kadar hayatı yaşadım.
Asalaklardan, hırsızlardan, kamu malını peşkeş çekenlerden hep nefret etmişimdir.
Bu dünyadaki en büyük şiarım “Azıcık aşım, kaygısız başımdır”
Hayata hep ideolojik bakarım ne Ümit Uysal ne de başkası beni adamı yapamaz, kimsenin de haddi değildir.
Ama sevdiğimiz, inandığımız insanların kapısında çıkarsız ve beklentisiz gerekirse nöbet tutarız.
Sen adam olmakla, birilerinin adamı olmayı karıştırdığın için yanlış başlık atmışsın.
Bu dünyada hiçbir kişiye, mala, mülke tamah etmeyiz ki, Ümit Başkana edelim.
Ama Ümit Başkanı çakallara yedirmemek için yanında, yöresinde yer almaktan gurur duyarız.
Bu dünyada yapılan bunca zulüm ve adaletsizlik karşısında korkarız ama korkularımıza teslim olmayız.
Yani kendimiz korkarken, başkalarını tehdit edemeyiz.
Benim yazımı koyacağım şimdi buraya azıcık aklı, beyni olan hiç kimse benim yazımda en ufak bir tehdit, saldırı bulamazlar.
Benim fotoğrafımı koyup’da Başkanın adamlarından tehdit diye başlık atman senin karakterini ortaya koyar.
Benim tarafımdan bir tehdit varsa savcılar orada gider şikayet edersin.

ALİ SEYDİ’NİN TEHDİT ETTİĞİMİ İDDİA ETTİĞİ YAZI

GAZİLER, ŞEHİTLER DERNEĞİ

Türkiye Harp Malulü Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Derneği, Antalya şubesi Muratpaşa belediyesinden bir yer tahsisi ister.
Muratpaşa belediye meclisinde bulunan CHP, AKP ve MHP meclis üyelerinin oy birliğiyle yer tahsisi yapıldı.
Eski bir trafo merkezi olan bu yer belediye tarafından, yeniden düzenlenerek derneğe tahsis edildi ve yarın açılışı gerçekleştirilecek.
Buraya kadar sorun yok.
Sorun Gün Haber’de Ali Seydi Karagöz’ün bir yazısıyla başlıyor.
Sanki ayıp bir tahsis yapılmış gibi kamuoyuna bilgi veriliyor.
Dernek Başkanı Ali Kuş’un, meclis üyeliği sorun yapılarak öne çıkartılıyor.

 

KAMUOYUNA

Bu tahsis edilen yer asla ticari amaçlarla kullanılacak bir yer değildir.
Muratpaşa belediye başkanı Ümit Uysal, görev süresi boyunca hiç bir kişiye rant amaçlı bir yer tahsis etmemiştir.
Ülkemizin her tarafından şehitler ve yaralıların geldiği bu günlerde, bir belediye başkanının Şehitler ve gaziler derneğine yer tahsis etmesi eleştiri değil, övgü almalıdır.
Muratpaşa sınırları içerisinde birçok girişimcinin ağzının suyunu akıtan yerlerimiz yaşlılarımıza, engellilerimize tahsis edilmekte ve rantın önü kesilmektedir.
Bütün bu yapılan çalışmalara rağmen hala öküz altında buzağı arayan zihniyetleri kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
Memleketi havuduyla yutanlara karşı sesini çıkartamayan bu zihniyetleri anlamakta güçlük çekiyorum.
Tamam, alkışlamayacaksın, alkışlama ama hiç olmazsa sus be (Mehmet Tosun)

” ÜMİT UYSAL’A YAPILAN HAKSIZLIK DEĞİL BiLDİĞİN HAZIMSIZLIK ”.

antalya gerceği

19 Proje 19 Açılış var ya, belli ki ortada büyük bir hazımsızlık var; saldırdılar, saldırdılar, saldırdılar, her koldan, her cenahtan saldırdılar. Neymiş efendim çoğu zaten varmış… Kimdir, kimlerdir, nedir, nelerdir bir bakalım. Kimler kısmı zaten kamuoyunca malum, göz önünde olanlar da biliniyor, arka planda olanlar da hepimizce malum…
Gece çalışınca Dünya dışında yaşıyoruz gibi gelebilir, evet hayat akarken biz uyuyor olabiliriz ama uyusak da kentimizle ilgili konularda bizi kimse uyutamaz bunu belirtelim.
Ümit Uysal’a millet harala gürele saldırınca baktım, ne diyor bunlar diye ve ele avuca sığanları bir başlıkta toplayıp araştırdım ve bu 19 projeyi var mıymış eskiden diye önümdeki afişten tek tek bakıyorum… 1 Atatürk Anıtı: Muratpaşa Kent Meydanına bizzat kendi heykeltraşları tarafından çalışılıyormuş temizlik işleri şantiyesinin hangarında gören ve fotoğrafını çeken arkadaşlar var boyu dört metre filanmış elinde kitap tutar bir şekilde, ben kaideyi gördüm o da o boyda daha önce buralarda yoktu.
“Asfalt Üretim Tesis”i Döşemealtın’da yeni yapılıyormuş, basından gördüm yep yeni, oda yoktu daha önce oralarda. “3 Yeni Park açıyoruz” denmiş zaten ortalık park doldu 4 er 4 er açıyorlar, tabii ki bolca vardı ama benim evin önündeki mezbelelik hurda deposu kalkıp yerine yapılan Şehit Polis Serkan Çölkesen parkı yoktu,
böyle bir sürü yer var. “2 Muhtarevi” açılıyormuş 10 tanesine şahitim bunun da eskiden açılanları var tabii ki, sonrada açılacak kaç mahalle varsa hepsinde olacak deniyor. “3 Halk Çamaşırhanesi” açılıyormuş, ben eskiden bir tane biliyordum Sampi civarında eski barınağın arkasında bir gün bile açık görmemiştim, Zeytinköydekine gittik üstte yeni açılan “Etüt Merkezi” var, iki tıngırdattık kursta öğrencilere altında 10 numara bir yer yapmışlar her şey beleş çamaşırı götür, yıka, kurut, arada bahçede çayını kahveni iç gel valla çok dua ediliyor TV de gördüm.
Utanmasam bende gidip takılacam “M.E.S.T” Bikere ben mest oldum valla, bizim bebeler eğitim alıyor, bende gittim gezdim her odada ayrı bir ahenk her odada ayrı bir renk eşi benzeri yok.
Daha önce yoktu Büyükşehirin kurslarına yada Sürelsan’a gidiyorduk. Muratpaşa’nın olsa ona giderdik.
Sosyal Yardım Merkezine valla toz kondurmam garibanlara el veriyorlar eşi yok, oyuncaktan kitaba her şey var, veren el alan eli görmüyor, Allah razıolsun komşularımız gidip geliyorlar, üstünde yurt varmış kızlar kalıyormuş arkasından geçtim, kafe gibi bir şey vardı bahçesinde. Gazi ve Şehit Yakınlarımıza yer vermişler, eski trafodan çevirme, densizin biri bir haber sitesinde haber yapmış, Menderes abisinin masasında yazmış belli ki… Ulan lavuklar!..
Şehit Ailelerine yer vermenin neresi rahatsız etti sizi, gördüğüm yerde suratına tükürmezsem adam değilim. Şimdi yıkılan Meltem Çarşısının oraya binalar yapılmış ve bom boş bekliyordu, oraya Kütüphane Açılmış üniversitelilere kampüs dışında ders çalışılacak iyi bir nokta, AKP neredeyse tüm kütüphaneleri kapatıyor amaç okumayan sorgulamayan bir toplum yaratmak eskiden bu da yoktu.
Eski kahvehaneler vardı biri Kozaklı Millet gider kös kös okey mokey oynardı beleş çay içerdi birde Fenerde vardı oraları Yaşlı Evi yapmışlar “ki birini aylık 100 bine kiralasan havada kaparlar” belli bir yaş sınırı var gidip etkinlik yapıyorlar, resim yapıyorlar, videolarını gördük, okey oynayanlar gitmiş, sanatsal faaliyet yürüten neneler dedeler gelmiş.
Eskiden kahve vardı şimdi Kompleks var. Ben işlemeyen bir çamaşırhane ile bu kahveleri biliyorum onca zamanda bunlar yapılmış.
Ümit Uysal seçileli iki yıl olacak neredeyse, bir kenti başdan aşağı değiştiriyor, tabii ki bu bir çok kesimi rahatsız ediyor…
Başarı kimleri rahatsız eder malumunuz. Ama solcu geçinen her yere aday olan Gün Haber ve tetikçisi Ali Seydi Karagöz belliki haberleri Büyükşehirde yazıyorlar ulan lavuklar, ulan ipneler, Şehitlere verilen yer sizi niye rahatsız etti, AKP yalakalığı size ne kazandırıyor.
Hangi dönem bu kadar halka dönük iş yapıldı. Utanmaz, arlanmaz ve hazımsız herifler.

VURUN ABALIYA…

AE

VURUN ABALIYA…

 

 

Yazan: H. Turan Tütüncü
Antik Roma’da, ülke herhangi bir bir tehlikeye girdiği zaman, Roma Senatosu Demokrasiyi askıya alır ve yetkilerini askıya alıp imparatorluğun başına tam yetkili bir konsül atardı. Tehlike geçinceye kadar konsül ülkeyi başkomutan ya da Antik roma tabiriyle Ceasar (Sezar) olarak yönetirdi.
Hepimizin bildiği ve onu atayanların senatoda öldürdüğü Sezar’ın adı değil unvanıdır buradaki kelime gerçek ismi “Julius” dur.
Neyse saadete gelelim, Sezar tehlike geçtiğinde ülkeyi tekrar Senatoya bırakmayınca bir suikast sonucu öldürülür ve son darbeyi de evlatlığı Bürütüs vurur…
Sezar hakkın rahmetine kavuşur, ruhu şaad olsun…
Ve o tarihi cümleyi söyler “Sendemi Bürütüs”
Lafı fazla dolaştırmayalım, bize gelirsek.
Dün Muratpaşa Belediyesinin önünde üzücü bir olay yaşandı, hepinizin malumudur…
Çalıştığı inşaattaki işinden çıkarılan Akın Ulaş kendini yaktı…
Ülkemizin ağır ekonomik koşulları altında çaresiz kalan, geçim sıkıntısı nedeniyle bunalıma düşen insanlarımızın üzerinden siyaset yapmak normal bir insana, daha doğrusu insan olana yakışmaz. Ancak haksız ithamlar nedeniyle tekrar tekrar söylemek zorunda kalıyorum.
Akın Ulaş belediye personeli değildi.
Kendisi Belediyeye, Ümit Uysal’ ile görüşüp yardım talep etmek için gelmiş..
Herkesçe malumdur Muratpaşa belediye Başkanı Ümit Uysal her çarşamba halk günü, her cuma günüde mahalle toplantısı yapar ve insanlarla görüşür ben bunu yapan başka belediye başkanı duymadım görmedim.
Ayrıca Akın Ulaş geldiğinde Ümit Uysal, ASAT’da Antalya Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısındaydı. Kendisine defalarca toplantı dönüşü görüştürüleceği söylenmesine rağmen maalesef ikna edilememiş ve görüşmede ısrar edip, o elim olayı bize yaşatmıştır.
Akın Ulaş’a Allah’tan rahmet, sevenlerine de sabır dilerim.
Sonuç olarak, Akın kardeşimiz belediyenin önünde kendini yakınca, haber akıl almaz bir şekilde “dilli medya” tarafından fotoları ile birlikte servis edildi.
Başlıklar: “Muratpaşa belediyesinin işten attığı işçi kendini yaktı”…
Bilin bakalım bu başlığı kimler attı?
Yandaş medya tabir ettiklerimiz mi?
AKP liler mi?
Hiç uğraşmayın hiçbiri değil…
Sen, ben, o, biz, siz, onlar…
Yani Ümit Uysal bir tökezlese düşsün diye ensesine şaplağı yapıştıracak olanlar.
Eski vekil müsveddeleri, eski vekil misveddelerinin müsveddeleri… Sözde solcular, sözde CHP liler, örnek uzar gider…
Biz yani başakası değil….
Bu olaydaki tavırlarından dolayı, sevmediğim tüm gazeteciler, sevmediğim ama okuduğum tüm köşe yazarları, bana göre yandaş medya, duyarlılığınız ve özeniniz için çok teşekkür ederim.
Ha eleştiri yapılacaksa yapalım ama bürütüslük yapmayalım.
H.Turan Tütüncü…

İŞTE AKP ZİHNİYETİ

AAAA

Hükümet tarafından kısa süre önce özelleştirilen Çatalağzı Termik Santrali (ÇATES)’nin yeni sahibi ELSAN’ın, temizlik hizmeti aldığı taşeronu Ayşe Ataman Samanyolu İnsan Kaynakları isimli şirketin, işe aldığı 101 işçiye, çalışacakları bir yıl boyunca elde edecekleri tüm haklarını peşinen aldıklarına dair belge imzalattığı öğrenildi.

Ticaret Sicil Gazetesi’ne göre, Ayşe Ataman Samanyolu İnsan Kaynakları isimli şirketin sahibi AKP Zonguldak Merkez İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Yusuf Ataman’ın eşi Ayşe Ataman. Şirket, CHP’den AKP’ye geçerek Zonguldak Muslu Belediye Başkan Adayı olan Caner Baydar ile AKP Zonguldak Merkez İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Yusuf Ataman’ın ortaklığında yönetiliyor.

Söz konusu Ayşe Ataman Samanyolu İnsan Kaynakları isimli şirketin, ELSAN’ın yeni sahibi olduğu ÇATES’te temizlik işini aldığı öğrenilirken, temizlik hizmetini yerine getirmek üzere 101 işçiyi işe aldığı ifade edildi. İşe alacağı işçileri, santral kamudayken temizlik hizmetleri alanında çalışan 165 kişi arasından seçen şirketin, işçi alımında yasal olmayan bir yönteme başvurduğu ortaya çıktı. AKP’li iki ismin ortaklığında yönetildiği bildirilen şirketin, temizlik hizmetlerinde çalışacak işçilere, çalışacakları bir yıl boyunca elde edecekleri tüm haklarını eksiksiz olarak aldıklarını ifade eden bir yazıyı imzalattıkları, imzalamayı kabul etmeyenlerin işe alınmadığı öğrenildi.

İşçilere imzalatılan ibranamede, “Ayşe Ataman firması ile ÇATES Elektrik Üretim A.Ş arasında imzalanan hizmet sözleşmesine müteakip açılışı yapılan 4.420.01-01.1062763.067.15.79.000.001 sayılı işyeri numarasına müteakip işyerinde 14.01.2015 tarihinden 13.01.2016 tarihine kadar çalıştım. Bu süre içinde hak etmiş olduğum tüm haklarımı (kıdem, ihbar, yıllık izin ve diğer haklarım) eksiksiz olarak aldım, herhangi bir alacağım yoktur. İşverenim Ayşe Ataman’ı bu hususlar ile ilgili ibra ederim.” ifadelerinin yer aldığı görülürken, ibranamenin imza tarihinin de bir yıl sonrası, yani 25 Ocak 2016 tarihli olması dikkat çekiyor. Bir diğer ibranamede ise, işçinin daha işe alınmadan önce, bir yıl sonra kendi isteğiyle istifa ettiğinin imza altına almasının sağlandığı görülüyor.

“İBRANAMELERİN HUKUKEN BİR GEÇERLİLİĞİ YOK”

ÇATES’te çalışmaya başlayan 101 taşeron temizlik işçisine imzalatılan ibranamelerin yasal olup-olmadığı konusunda görüşlerini aldığımız, iş ve işçi davaları konusunda tecrübeli Avukat Ünal Demirtaş, “İşçi ile işveren arasında iş akdi imzalanırken, bu şekildeki bir ibranameyi peşinen almak yasaya açıkça aykırıdır.” dedi. Avukat Demirtaş Odatv’ye yaptığı açıklamada, şöyle dedi:

“Hem 4857 sayılı İş Kanunu’na göre, hem de Borçlar Kanunu’na göre bu ibranamelerin kesinlikle hukuken bir geçerliliği yoktur. Bir işverenin bu şekilde, işçilerin yasal haklarını ödememek amacıyla kendisini güvence altına almaya çalışması üzüntü vericidir. Hukuken de herhangi bir geçerliliği yoktur. Yok hükmündedir. Bu şekilde alınan ibranameler, iş akdinin herhangi bir durumda fesih olması halinde işveren tarafından işçiye baskı unsuru olarak kullanılmaktadırlar. Bu da eğitim durumu iyi olmayan işçiler üzerinde baskı oluşturmakta ve birçok işçi de yasal haklarını aramaktan imtina etmektedirler, vazgeçmektedirler. Çünkü işveren, ‘Elimde senin yazılı ibranamen var, dolayısıyla dava açsan bile sen bunu kazanamazsın’ şeklinde işçiyi baskı altına almaya çalışmaktadır. Ancak işçi arkadaşlarımız böyle bir durumla karşılaştıklarında, mahkemeye müracaat etmeleri halinde, İş Mahkemeleri işçilerin haklarını vermektedirler. Herhangi bir yasal geçerliliği yoktur.”

“İŞÇİDEN SENET ALAN İŞVEREN BİLE VAR”

İşverenlerin, işçilere peşinen imzalattıkları bu tür ibranamelerle zaman zaman karşılaştığını ifade eden Avukat Demirtaş, “Hatta yalnızca ibraname değil, işçi arkadaşlardan senet alan işverenlere dahi rastladım. Maalesef, özellikle kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla çalışma ücreti gibi, işçinin en temel haklarını ödememeye çalışan kötü niyetli işverenler ülkemizde oldukça fazla. Bu şekildeki uygulamaları, işçilerin dava açmalarının önüne geçmek için yapıyorlar. İşçiler mahkemeye başvurmaları halinde yasal haklarına kavuşacaklardır.” dedi. 2010 yılındaki referandum sonrası, Yargıtay’da yeni kurulan bazı hukuk dairelerinin işçilerin aleyhine yorum yaparak işçilerin aleyhine karar vermeye başlamalarının, içtihatları da işçi aleyhine dönüştürmeye başladığı anlatan Demirtaş, “Bana göre, bu tür yargı kararları yasalara uymayan, işçinin hakkını elinden almaya çalışan işverenlere de cesaret vermektedir. Yüksek yargının içtihatları işveren lehine değiştirmesiyle birlikte, işçilerin yasal hakları daha fazla ihlal edilir hale geldi. Bu şekilde verilen yargı kararları, işverenlere yasaları daha fazla çiğnemeleri için cesaret vermektedir.”görüşlerine yer verdi.

“TAŞERON KÖLELİĞİ ÖZELLEŞTİRMENİN SONUCU”

Demirtaş, ÇATES’te taşeron temizlik işçilerine imzalamaları dayatılan ibranamelerin, özelleştirmenin bir sonucu olduğuna da dikkat çekerek, şunları kaydetti: “Maalesef, Türkiye’deki özelleştirme politikalarının bedelini, işçi sınıfı ödemiştir. 13 yıllık AKP iktidarında ve daha önce yapılan özelleştirmelerin sonucunda, işçiler yasal haklarını teker teker kaybetmişlerdir. Özellikle, aynı işi devlet sektöründe yapan bir işçiyle, özelleştirildikten sonra aynı işi yapan işçinin ücretleri arasında korkunç derecede farklar ortaya çıkmıştır. Çünkü özelleştirmeler, taşeronlaştırmaları da beraberinde getirmiş, sendikalaşma da ortadan kaldırılmıştır. Bu yöntemle, işçi maliyetleri dörtte bir oranına kadar düşürülmüştür. Bu durum da, emek sömürüsüne, işçilerin yasal haklarını alamamalarına yok açmıştır. ÇATES’teki duruma bakarsak, eğer bu temizlik işçisi arkadaşlarımız eğer devlet işçisi olmuş olsalardı, şu anda almış oldukları ücretin 3-4 katı kadar ücret alacaklardı ve herhangi bir şekilde, daha işe girerken, baştan ibraname vermek zorunda kalmayacaklardı. Her türlü yasal haklarını alabilecekler ve sendikalı işçi oldukları için iş güvencesine de sahip olabileceklerdi. Maalesef, bu olayda da gördüğümüz gibi, işçi arkadaşlarımızın bir taşeron kölesi haline getirilmesi amaçlanmıştır. ÇATES’in yeni sahibi Elsan’ın daha fazla kar elde etmesi için bir taşeron sistemi kurulduğu anlaşılmaktadır.”

SOYTARI KRAL OLURSA

KoozaCirqueduSoleil

Hikâye Ortaçağ’dan!…

Hükümdar orduyla uzun bir sefere çıkmaya hazırlanıyormuş.

Lakin en yakın akrabaları ve ailesi de dâhil kimseye güvenmediğinden, sefere gittiğinde yerine bakması için kimseye de tahtı emanet edemiyormuş.

Ve sonuçta da tahta kimseyi bırakmadan çekip gitmiş.

Hükümdar ısrarlara rağmen, saray maskarası yani soytarısını da yanına almamış, ama tüm saray halkına yaptığı son konuşmasında da; “maskaramın başına bir hal gelirse hiç acımam hepinizi bu sarayla birlikte yakarım” diye tehditler de savurmaktan geri durmamış.

Aslında amacı zamanının çoğunu birlikte geçirdiği ve sevdiği maskarasını korumakmış!…

Çoğunluğu sadece hükümdara hizmet ile görevli olanlar, hükümdar döndüğünde, olan biten ne varsa bu maskara ona anlatacak diye en az hükümdar kadar ondan korkar ve bir dediğini iki etmez hale gelmişler.

Aradan bir yıl kadar zaman geçmeden, maskara hükümdarın nerdeyse tüm yetkilerini istemeden de olsa kullanır hale gelmiş.

Kraliçe dahi kralın sözleri üzerine ona hürmette kusur etmiyormuş ama bu baş döndürücü ihtişam ve güç maskarayı da bir yandan korkutuyor,  hükümdar döndüğünde de onu en ağır şekilde cezalandıracağı korkusu aklından hiç çıkmıyormuş.

Yine böyle endişelerle dolu bir gün öğleye doğru maskara hükümdar gittiğinden beri kapısı hiç kimse tarafından açılmamış olan, taht odasına girmiş.

Taht odası yer yer örümcek ağları ile örülmüş, ne ihtişam ne şaşa hiçbir şey yokmuş artık bu yarı karanlık odada.

Maskara tahta oturmuş ve o koca taht ona bir yatak gibi gelmiş. Yorulduğundan ve yaşadığı yoğun stresten dolayı oracıkta uyuya kalmış.

Uykularında kabuslar ve hayaller gördüğünden pek rahatı da yokmuş.Tahtın rahatlığı rüyaya dönüşmüş.

Ve ak sakallı bir ihtiyar  belirmiş gerçek mi rüya mı olduğu anlaşılmayan.

Ve maskaraya demiş ki:

-Ey saray maskarası!!!  Tanrı bilmeni istedi. Şu an her kulu bir dilek dileme hakkına sahip oldu. Herkes ne dilerse, o an olacak, senin de bir dilek hakkın var… Yalnız!… Sadece sen kendin için bir şey dileyemeyeceksin, çünkü sen şu an tahttasın”der.

Maskara yerinde doğrulur ve peki der, madem tahta oturuyorum, madem tüm insanlık kendini düşünürken ben kendimi düşünemeyeceğim, o halde benim dileğim: “Tanrı tüm insanlara verdiği dilek hakkını geri alsın”der.

 

İhtiyar:

Neden böyle bir şey yaptın, der.

 

Maskara:

Bu güne kadar bir soytarının tadamayacağı hükümdarlara özgü tüm güç ve ihtişamı hükümdarımın sayesinde yaşadım.

Şu an Tanrılara has bir ihtişam ve şaşa ve gücü yaşama hakkı da bana Tanrı’nın kendisi tarafından verildi” der.

“Bak ben tanrının tüm insanlara bahşettiği bir tanrısal gücü, bir sözümle yok ettim. Yani ancak bir Tanrının yapabileceği bir şeyi de yaptım böylece” diye sonlandırır sözlerini.

 

Hikayemiz bu.

Güç, bir maskaranın elinde bile hükümdarlara ve tanrılara has bir hal alabilir, insanların hayatları iki dudağı bir parmak şıklatmasına bakabilir.

Yapmamız gereken tek şey, böylesi maskaralara ve maskaralıklara imkan yaratmamak ve Demokrasi’nin faziletlerine güvenmekten geçer.

Soytarıları  dikkat edin…

HÜSEYİN ERHAN ACAR

Uğur’suz Yıllar…

12508929_10156573592265347_2566864283038141623_n

Hayatın önceliklerine dair lirik bir dille yazayım bu günü.

Sonra olacaklara dair bir fikir le, yad ederiz belki dünü.

24 Ocağın insanlarda farklı farklı çağrışımlar yarattığı bir döngüsel gerçeklik içindeyiz.

Kimimizin doğum günüdür. Kiminin ölüm günüdür.

Kimimiz için her şeyin sona erdiği ya da başladığı günün tarihi olabilir.

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Bunların bir kaçını aynı günde yaşamak nadiren görülse de, yaşayan insanlarda vardır mutlaka.

Yaşanılan olayların yarattığı acı sekmelerine dair tüm serzenişlere inat, hayat çok güzel diyen insanların çokluğu da olaya başka bir ivme kazandırır.

Neyse lirizmi boş verip biz bildiğimiz sövgüsel ya da övgüsel dille yazalım.

Türkçemizin güzelliğinden midir sövmek ve övmek arasındaki farklılık yüzeyde sadece bir harf gibi dursa da, gerçek; övdüğünüzde ödül, sövdüğünüzde ise cezaya dönüşüveriyor bir anda.

Ele avuca sığmaz bir zorbalık sezinlerim, yaradılış icabı lügat ı ve dahi façası bozuk zattan.

Ama sabaha kadar süren sövgü teranelerine inat savunucusu da bir o kadar boldur onun.

Bunu Tayfun Talipoğlu, Anadolu buğdayında olan Çinko eksikliğine yoruyorsa da bence Akkolizmden başka bir şey değil, yandaşı derebeyine bağlayan sadece tutku.

24 Ocak 1993 günü daha Derebeyi zihniyetinin filizleri atılmakta iken, Ankara kar altında, 10 metre sağında Devletin polisinin koruma noktası, onca güvenlik kamerası onlarca göz arasında Türkiye’nin, attığı taşı gediğine oturtan yazarı Uğur MUMCU nun Reno’suna hiç görünmeden bilumum kontak kumandalı plastik patlayıcı düzeneğini yerleştiriverdiler.

Türkiye’nin bu karanlık döneminin tetikçileri kimlerse! İşlerini o kadar göz önünde yapıp görünmüyorlardı ki.

Devlet acz içine düşmüştü.

Nazım’ın dediği gibi ‘’onlar ki; toprakta karınca, havada kuş, suda balık kadar çokturlar’’ susturulması kimlerin işine yaradı diye soran olmadı!

Asla gücün yanında olmamış tam bir Mustafa Kemal aşığı yurtsever Devrimci idi.

Bedeni parçalandı, havaya savruldu, yüz binler uğurladı onu aydınlığa, ardında bıraktığı karanlıktan sloganlarla.

Demokrasi şehidi dendi onun için.

Demokrasi şehitleri taa Çiçero’dan başlar.

Aykırı fikirleri onu Roma’nın en ünlü politikacısı yaparken bir yandan, bir yandan da alabildiğince düşman kazanıyordu Çiçero.

Katili kendi lejyonundan Galihnissius tu.

Çiçero hayranıydı ona adeta tapar onun için sayısız insana kıymış dev gibi bir adamdı. Zaafları vardı zaafları yüzünden adeta taptığı bir insanı öldürdü. Birkaç saat sonrada ona o cinayeti işletenlerin kurbanı olup yok edildi. İki bin yıldır aydınlatılamadı azmettirenlere ulaşılamadı.

Çağlar boyunca bu tipte yüzlerce insan bu sebeplerden dolayı kurban edildi.

Bizim anlı, şanlı ve dahi yanlı tarihimizde binlercesi vardır.

Uğur Mumcu son değildir.

Devamı olacaktır bir gün bir bombanın üstünde oturduğumuzu fark ettiğimizde, ya da ensemize bir kurşun sıkıldığında bizde o yüzleşmeyi yaşayacağız ölümle.

Bunu engelleme şansımız varmı?…

Tabiki vardır.

Siyasi cinayetler çoğu ülkede tarihleri boyunca bizde son elli yılda yaşandığı kadar yaşanmamıştır.

Bizler güce odaklandıkça hırsımız bize karşı olanları susturmaya yönelik çok itici fikirler sunar.

Derebeyi vari bir dönemde son zamanlarda sivrilen hazmı kolay insanlar yok edilme aşamasına gelecektir.

Ama yok edenler o silahı tutanlar değil tutturanlar olacaktır.

Ve onlar hep bilinecektir . Bu tarz insanlar aslında korunabilir.

Demokrasi şehitlerinin çocukları babalarının ya da annelerinin anma törenlerinde büyüyecekler.

Toplumumuzun yapısını kendi zihniyetine göre düzenlemek isteyen efendilerimiz, eğitimden başlayarak oluşturdukları kalıplara göre insan yetiştirme aşamasında istediklerine ulaşamayacaklardır.

Bunu Gezi de gösterdik.

Gezi, dayanışmanın bir sembolü oldu.

Geleceğe konulacak bombalar ya da çekilecek tetiklere karşılık verildi adeta.

Uğurlar belki öldürülmeye devam edecek ama bizleri hep karşılarında dim dik bulacak maşalar ve maşacılar.